Leave a comment

Yalan söylemek

Sual: Yalan söylemenin dinimizdeki yeri nedir?
CEVAP
Yalan Kur’an-ı kerimde de, hadis-i şeriflerde de büyük günah olarak bildirilmektedir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Yalan söyleyenler, iftira edenler, ancak Allahü teâlânın âyetlerine inanmayanlardır. İşte onlar, yalancıların tâ kendileridir.) [Nahl 105, Beydavi]
Yalan, günahların en çirkini, ayıpların en fenası, kalbleri karartan bütün kötülüklerin başıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Yalan, rızkı azaltır.) [Ebu-ş-şeyh, İsfehani]
(İman sahibi, her hataya düşebilir. Fakat hainlik yapamaz ve yalan söyleyemez.) [Bezzar]
(Münafıklık alametinden biri de yalan söylemektir.) [Buhari]
(Yalan, imana aykırıdır.) [Beyheki]
(Müminde, her huy bulunabilir. Fakat yalancı ve hain olamaz.) [Bezzar]
(Mümin her kabahati yapabilir. Ama hıyanet edemez ve yalan söyleyemez.) [İbni Ebi Şeybe]
(Yalan yere yemin büyük günahlardandır.) [Buhari]
(Sözle çıkarılan fitne, kılıçla çıkarılan fitne gibidir. Yalan ve iftira ile çıkarılan fitne, kılıçla çıkarılan fitneden de kötüdür.) [İbni Mace]
(Yalan, Cehennem kapılarından bir kapıdır.) [Hatîb]
(Yalandan sakının! Çünkü yalan günaha, günah da Cehenneme sürükler.) [Buhari]
(Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona hıyanet etmez ve yalan söylemez.) [Tirmizi]
(Danışana, yalan söyleyen kimse, ona hıyanet etmiş olur.) [İbni Cerir]
(İnsanları güldürmek için yalan söyleyenlere, yazıklar olsun!) [Ebu Davud]
(Ana babaya eziyet ve yalan yere şahitlik büyük güna http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1309

Posted Ekim 18, 2011 by bulutbey79 in Uncategorized

Dinde her yenilik bid’attir…   1 comment

Değerli tarihçi ve akademisyen Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil Hoca’nın “Mevlid Kantat Dünya Prömiyeri” ile ilgili yapmış olduğu radyo programının bir bölümünü dün yayınlamıştık. Bu programın diğer önemli kısımlarına bugün de devam ediyoruz…
“Dinde sonradan yapılan her değişiklik bid’attir. Bakın Kutlu Doğum Haftası diye uydurma bir kutlama merasimi ortaya çıkarılmıştı, şimdi bu organizasyon Mevlid Kantat Dünya Prömiyeri oldu. Bakıldığı zaman Peygamber Efendimizin mevlid kutlamasını ne zaman yaptığı bellidir. Mevlid miladi takvime göre değil elbette ki kameri takvime göre yapılmıştır. Peygamber efendimiz kameri takvime göre yaptıysa bunu miladi takvimle değiştirme yetkisini kimden alıyorsun. Kutlu Doğum Haftası anlatılırken söylenen söz hep peygamber efendimize uymak şeklinde. Peki dinin sahibi bu şekilde yapmışken ona uymamız gerekmez mi? Niye burada uymuyorsun, onun için bir şey yapıyorsun ama daha gömleğin birinci düğmesinde yanlış ilikleyerek yanlış yapıyorsun. Dolayısıyla iş nereye varıyor. Bozgun, değiştirmek yani farklı bir şey ortaya çıkıyor. İşte bid’atler de böyle ortaya çıkıyor…
Kutlu Doğum Haftası uygulaması bin dört yüz senedir yapılana ters bir şekilde, miladi takvime göre yapılıyor. Dolayısıyla mevlid kutlaması aslının dışına çıkılarak yapılıyor. Peki, elli sene sonra aynı şey diğer kandillere de uygulanıp, miladi takvime uydurulursa işin nereye gidebileceğini düşünün. Mirac, Berat ve Regaip günlerinin de haftası belli olsun, bunları da miladi takvime göre yapalım! Böylece peygamber efendimizi daha çok övmüş oluruz derken, yarın sıra Ramazan Bayramına ve Kurban Bayramına gelirse ne yapacağız!
Peygamber Efendimizi övmek çok güzeldir. Ama bir hafta değil bir yıl övmek güzeldir. Esas yanlış, onu belirli bir haftaya sıkıştırmak değil midir? İşte bu da dışarıdan gelme, anneler günü, sevgililer günü, babalar günü, dünya kadınlar günü gibi ve sonuncusu da Kutlu Doğum Haftası. Sen şimdi mevlidi aldın bir haftaya kısıtladın. Bazı şeyler yapılmaya yanlışla başlandığında, değiştirile değiştirile sonunda devamı da yanlış olarak geliyor. Bozula bozula aslı ile alakası olmayan bir hal alıyor.
Şimdi bir de bu haftaya konu atamaya başladılar. Biraz önce söylemiştik ya değiştirile değiştirile artık aslından kopmaya başlıyor diye, işte yine durum aynı oluyor. Kutlu Doğum Haftası ile bir haftaya sınırlanan kutlama ardından bir konu ile sınırlanıyor. Önce bir hafta, ayrıca bir hafta denilince o da bir hafta boyunca kutlanmıyor. Her gün sadece bir yer onu anıyor. Bir güne indirgedik mi, ardından da o bir günde peygamber efendimizin onlarca ahlakı, sünneti, yaşayışı gibi bütün özelliklerini anlatmak varken sen sadece merhameti anlat. Böylece Peygamber Efendimiz ve yolundakilerin aksine Mevlid muhteva ile kutlanıyor ve değişikliğe uğramış oluyor.

ASIL YAPILMASI GEREKEN…
Mesele peygamberliğin ayrıcalığı olan irhasatından bahsetmektir. İrhasat âdet dışı ilahi olaylar, fevkalade olaylar demektir. Mesela peygamber efendimizin doğumundan önce ve doğumu sırasında harikulade olaylar, mucizeler cereyan etmiştir. Bu olaylar ve mucizeler Peygamberimizi diğer insanlardan ayıran özelliklerdir ve onun büyüklüğünü ortaya koyar. Nitekim Peygamber Efendimiz de bunları anlatıyordu. Asıl yapılması gereken ise Peygamber Efendimizin diğer insanlardan farklı olduğunu ortaya koymaktır. Peki, burada ne oldu. Bir beşeri yönüne, merhamete odaklanıldı ve sıradanlaştırıldı. Merhametli doktor, merhametli mühendis, merhametli kişi bakın iş nereye vardı…”
Ahmet Hoca’nın sözleri daha çok ama biz bu kadarını alabildik…
Diğer dinlerin hepsinde müzik var. Bunun için İslamiyet’i kendilerine benzetip, ibadete müzik karıştırmak istiyorlar. Zaten hazırladıkları beste, bildiğimiz “Mevlid”i hiç hatırlatmadığı gibi, kilise müziğini çağrıştırıyor. Varılmak istenen son nokta ise adı İslam olan fakat İslamiyet’le ilgisi olmayan, içi boş bir inanç ortaya çıkarmak…

İblîs’in dostları   Leave a comment

İbn-i Abbâs hazretleri rivâyet eder: “Resûlullah efendimiz bir gün İblîs’e; “Ümmetimden kaç dostun var?” buyurunca, İblîs; “Ümmetinden dostlarım on tane olup, şunlardır dedi;
1-Zâlim devlet reîsi,
2- Malı nereden kazandığına aldırmayan zengin,
3- Emîri, zulmünde tasdik eden âlim,
4- Kibirli kimse,
5- Ölçü, tartı ve başka husûslarda hainlik yapan tüccâr,
6- Karaborsacılık yapan kişi,
7-Zinâ yapan kimse,
8- Faiz yiyen,
9- Malın nereden geldiğine önem vermeyen.
10- İçki içen ve ona yardım eden kişi…”
Sonra Resûl-i ekrem, İblîs’e; “Ümmetimden düşmanların kaç tanedir?” buyurunca, İblîs şöyle dedi: “Ümmetinden düşmanlarım şunlardır:
1- Ey Muhammed, birincisi sensin. Ben sana kızıyorum.
2 – İlmi ile amel eden âlim, Kur’ân-ı kerîmin emir ve yasakları ile amel eden Kur’ân-ı kerîm hafızı, beş vakit namazda Allah için ezan okuyan müezzin,
3- Fakirleri, yoksulları ve yetimleri seven,
4- Merhamet ve tevazu sahibi,
5- Allahü teâlâya tâatte bulunan genç,
6- Helâl yiyen,
7- Allah için birbirini seven iki mü’min,
8-Cemâatle namaza rağbet eden, insanlar uyurken geceleyin namaz kılan,
9- Sözünde ve işinde kendisini haramdan uzak tutan kimse,
10- Kalbinde kin, hîle gibi bir şey olmadan insanlara nasihat eden,
11- Güzel ahlâklı, cömert kimse,
12- Dâimâ abdestli olan,
13- Allahü teâlânın rızık husûsunda verdiği va’di tasdik eden,
14- Mestûre dul kadınlara yardım eden,
15-Ölüme hazır olan.”

http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?id=477227

Posted Ocak 23, 2011 by bulutbey79 in Uncategorized

YouTube – Bir kimsenin isi Gücü meguliyetleri Paylaşmak başkalarıyla ibatdetlerine ahirete hazırlanmasına manimidir?. Mp4   Leave a comment

Posted Ocak 22, 2011 by bulutbey79 in Uncategorized

YouTube – osmanlı torunuyuz müziksiz ilahi.wmv   Leave a comment

YouTube – osmanlı torunuyuz müziksiz ilahi.wmv

ileYouTube – osmanlı torunuyuz müziksiz ilahi.wmv.

Posted Ocak 19, 2011 by bulutbey79 in Uncategorized

Farklı İmsâkiyeler   Leave a comment

Bu sitemizde, Ramezân-ı şerîfden evvel neşr olunan bütün imsâkiyelerdeki oruc ve namaz vakitlerini, Osmânlı âlimlerinin en yüksek makamı olan (Meşîhat-ı İslâmiyye)nin hazırladığı 1334 [m.1916] senesinin (İlmiyye Sâl Nâmesi) ismindeki takvimden ve İstanbul Üniversitesi Kandilli Rasathanesi’nin 1958 tarih ve 14 sayılı (Türkiye’ye Mahsûs Evkât-ı Şer’iyye) kitâbından alıyoruz.

Aynı vakitler için, 1926 senesindeki Takvim-i Ziya‘da diyorki: "İşbu takvim, Diyanet İşleri Riyaset-i Heyet-i Müşaveresi tarafından tetkik edilip, riyaset-i celilenin tasdiki ile tab’ edilmişdir.

Din işlerinde islâm âlimlerinin ve astronomi mütehassıslarının tasdik ettiği oruc ve namaz vakitlerini kullanmalıdır.

Türkiye Takvimi’ndeki, sayın müftülerin ve hesap uzmanlarının da bulunduğu ilim hey’etinin, en yeni elektronik makinalarla yaptığı hesâblarla da hep bu vakitler bulunmuştur. 1982 senesine kadar, Türkiye’de temkin zamanını kimse değiştirmemiş, bütün âlimler, velîler, şeyhülislâmlar, müftüler, bütün Müslümanlar asırlar boyunca namazlarını bu şer’i vakitlerinde kılmışlar ve oruclarına bu şer’i vakitlerinde başlamışlardır. Türkiye Takvimi’nin hazırlamış olduğu duvar takvimlerinde, internette yayınlanan vakitlerde ve Ramezân-ı şerîf imsâkiyelerinde temkin zamanı değiştirilmemiş, namaz ve oruc vakitleri, doğru olarak bildirilmiştir. Şimdi de her Müslümanın bu icmâ-i Müslimîn’den ayrılmaması lâzımdır.

Not: İmsâk Vakti, oruca başlama zamanıdır. Türkiyenin her yerinde, imsâk vaktinden onbeş dakîka sonra sabâh namazı kılınır.

Kıble Sâati Vakti’nde Güneşe dönen, kıbleye dönmüş olur.

TÜRKİYE TAKVİMİ
VAKİT HESÂBLAMA HEY’ETİ BAŞKANLIĞI

E-posta adresimiz: bilgi@turktakvim.com

Posted Ağustos 18, 2010 by bulutbey79 in Uncategorized

Farklı Namaz Vakitleri Hakkında   Leave a comment

MÜHİM TENBÎH

Türkiye Takviminin Türkçe ve muhtelif lisânlardaki baskıları, Türkiye Gazetesinin Türkiye ve Avrupa baskıları ile Ramezân-ı şerîf imsâkiyelerimizde ve İnternetteki www.namazvakti.com ile www.turktakvim.com adreslerimizde neşr olunan namaz vakitlerini, Osmânlı âlimlerinin en yüksek makamı olan (Meşîhat-i İslâmiyye)nin hazırladığı 1334 [m.1916] senesinin (İlmiyye sâl nâmesi) ismindeki takvim ile İstanbul Üniversitesi Kandilli Rasathanesi’nin 1958 tarih ve 14 sayılı (Türkiye’ye Mahsûs Evkât-ı Şer’iyye) kitâbındaki usullere göre hesâbladık.

İbâdetlerin vakitlerini tayin ve tesbit etmek, yani anlayıp anlatmak, din bilgisi ile olur. Fıkıh âlimleri, müctehidlerin bildirdiklerini (Fıkıh) kitâblarında yazmışlardır. Bildirilmiş olan vakitleri, hesâb etmek câizdir. Hesâb ile bulunanların, din âlimleri tarafından tasdik edilmesi şarttır. Bunlardan 1926 senesindeki Takvim-i Ziyâ’da diyor ki: “İşbu takvim, Diyânet İşleri Riyâseti Heyet-i Müşâveresi tarafından tetkik edilip, riyâset-i celîlenin tasdiki ile tab’ edilmiştir.” Din işlerinde İslâm âlimlerinin ve İslam astronomi mütehassıslarının tasdik ettiği namaz vakitlerini kullanmalıdır. Elmalılı Hamdi Yazır, (Sebîl-ür-reşâd) mecmuasının 22. cildinde, bu hususta tafsilât vermiştir.

Hakîkî din adamlarından ve hey’et (astronomi) ilmi mütehassıslarından meydana gelen takvim hey’etimizin, en modern âletlerle yaptığı rasad ve hesâblarla bulunan namaz vakitlerinin, İslâm âlimlerinin asırlardan beri bulup bildirdikleri Rub’-ı dâire ile yapılan hesâblarla aynı olduğunu gördük. 1982 senesine kadar, temkin zamanını ve güneşin namaz vakitlerine âid olan üfuktan yükseklik açılarını kimse değiştirmemiş, bütün Âlimler, Velîler, Şeyh-ülislâmlar, Müftüler, bütün müslümanlar, asırlar boyunca namazlarının hepsini, daima temkinli vakitlerinde kılmışlar ve oruclarına temkinli vakitlerinde başlamışlardır.

1983 senesinden önceki takvimlerin yanlış olmadığını herkes kabul etmektedir. Bu husûsta bir ihtilâf da yoktur. Nitekim, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın 30 Mart 1988 tarih ve 234-497 sayılı bütün müftülüklere gönderdiği tamimde, “1983 öncesi takvim ile yeni uygulama arasında sadece temkin farkı bulunmaktadır. Buna göre 1983 öncesindeki uygulama yanlış değildir.” şeklinde bildirilmiştir.

Türkiye takviminin hazırladığı, Türkiye Gazetesi ile İnternette de neşr olunan vakitlerde ve imsâkiyelerde, temkin zamanı ile namaz vakitlerine âid olan Güneşin Şer’î üfukdan, irtifâ’ zâviyeleri yani, üfukdan yükseklik açıları hiç değiştirilmemiş, namaz ve oruc vakitleri, doğru olarak bildirilmiştir. Bir şehirde tek bir temkin vardır. Bu da, herhangi bir namazın, astronomik formüllerle, astronomik üfka göre bulunan vaktinden (astronomik hesâbla bulunan vaktinden), doğru vakit olan şer’î vaktini bulmak için kullanılır. Kısacası,Temkin Müddeti: astronomik üfka göre, astronomik formüllerle bulunan vakitleri, İslâm âlimlerinin eserlerinde namaz vakitleri için buyurdukları semâ küresindeki alâmetlerin olduğu, şer’î vakitlere getiren müddettir.

Her namaz vakti için, ayrı ayrı temkinler yoktur. Temkin miktarını bir ihtiyat zamanı zan ederek, imsâk vaktini 3-4 dakika geciktirenin orucu ve gurûbu (akşam vaktini) 3-4 dakika öne alanın orucu ve akşam namazının fâsid olacağı (bozulacağı) (Dürr-i yektâ)da da yazılıdır. Şimdi de, her Müslümanın bu İcmâ’-i Müslimîn’den ayrılmaması lâzımdır.

İslâm astronomi mütehassısı Ahmed Ziyâ Bey (Rub’-ı dâire) kitâbında diyor ki, (Avrupalılar fecr-i sâdıkın başlaması olarak, üfuk üzerinde beyazlığın tamamen yayıldığı vakti hesâb ediyorlar. Bunun için, fecir hesâblarında, güneşin irtifâ’ını –18 derece alıyorlar. Biz ise, üfuk üzerinde beyazlığın ilk görüldüğü vakti hesâb ediyoruz. Bunun için de şemsin (Güneşin) irtifâ’ının, -19 derece olduğu vakti buluyoruz. Çünkü islâm âlimleri, imsâk vaktinin, beyazlığın üfk-ı zâhirî üzerinde yayıldığı vakit değil, BEYAZLIĞIN ÜFUK ÜZERİNDE İLK GÖRÜLDÜĞÜ VAKİT olduğunu bildirdiler.) Yani, İslâm âlimleri asırlardan beri, fecr (imsâk) vaktinde Güneşin üst kenarı irtifâ’ının, üfkun altında -19 derece olduğunu anlamışlar, diğer rakamların doğru olmadığını bildirmişlerdir. Fetvâ böyledir. Müctehid olmayanların bu fetvâyı değiştirmeye hakları yoktur. Fetvâya uymayan ibâdetler, sahîh olmaz.

Yatsı nemâzının vakti ise, imâmeyne (yani İmâm-ı Ebû Yûsüf ile İmâm-ı Muhammede) ve diğer üç mezhebe göre batıdaki zâhirî üfuk, yani görünen üfuk hattı üzerinde kırmızılığın kaybolduğu, yani Güneşin üst kenârının, üfkun altında -17 derece irtifâ’a (aşağıya) indiği vakittir. Namaz vakitleri hesâb edilirken, Güneşin üfuk altındaki, imsâk ve yatsı vakitlerine âid olan irtifâ’ dereceleri de değiştirilmemelidir.

Bunun için, temkin zemânlarını ve dolayısı ile nemâz vaktlerini değişdirmek câiz değildir. Nemâz vakitleri hesâbında mutlaka, zarûrî olarak kullanılması gereken temkinin lügat ma’nâsına bakarak, bunu bir ihtiyat zemânı zan etmek ve efkâr-ı umûmiyeyi bu şekilde şartlandırmak da doğru değildir. Temkin müddetlerini kısmen veya tamâmen ortadan kaldırmak, imsâk ve nemâz vakitlerini değiştirmektir.

Temkin Müddeti ile ilgili bilgi için buraya tıklayınız.

TÜRKİYE TAKVİMİ
VAKİT HESÂBLAMA HEY’ETİ BAŞKANLIĞI

E-posta adresimiz: bilgi@turktakvim.com

Posted Ağustos 18, 2010 by bulutbey79 in Uncategorized

yılbaşı çılgınlığı   2 comments

Yılbaşı çılgınlığı dolayısıyla; binlerce çam fidanının sökülüp atıldığı, ağaç katliamlarının acımasızca gerçekleştirildiği günlerdeyiz. Fakat çevrecilerden ses yok. Okullarda, mağazalarda Noel Baba olarak Aziz Nikolaos efsanesinin boy gösterdiği; Hıristiyanlık propagandasının diz boyu olduğu aralık ayının sonuna geldik… Fakat, dini konularda kendilerini uzman ilân eden kimselerden tık yok. Zabıta kuvvetlerinin ve çöpçülerin korkulu rüyası yılbaşı ise kapıda… Bütün bunların sebebi olan; yılbaşı, Noel nedir, ne zaman başladı? Bunun üzerinde duralım isterseniz bugün…
 
Yılbaşının, Noelin iç içe yaşandığı, Hıristiyan âleminin Noeli kutlamaları, 4. asırda Roma İmparatorlarının birincisi olan Kostantin ile başlar. Kostantin, Eflatun’un ortaya koyduğu teslis “Trinite” yani “üç tanrı” inancını, papazlara yazdırdığı yeni İncil’e koydurdu ve Noel’i bayram ilan etti. Böylece yeni bir Hıristiyanlık dini doğmuş oldu.
 
Noel kutlamaları ve yeni yıl hep Hazret-i İsa’nın doğum günü üzerine bina edilmektedir. Halbuki, Hazret-i İsa’nın doğumu hakkında, o zamanın edib ve münevverlerinin eserlerinde hiçbir bilgiye rastlanmamaktadır. Çünkü, İseviler, az ve asırlarca gizli yaşadıklarından, Milad doğru anlaşılmamıştır.
 
Aralık ayının yirmibirinde, yirmibeşinde veya ocak ayının altıncı veya başka gün olduğu sanıldığı gibi, bugünkü miladi senenin beş sene fazla olduğu, çeşitli dillerdeki kendi kitaplarında yazılıdır. Miladi sene, Hicri sene gibi doğru ve kat’i olmayıp, günü de senesi de şüpheli ve yanlıştır. Mesela, İmam-ı Rabbani hazretlerinin bildirdiğine göre, üçyüz seneden fazla olarak noksandır ve İsa aleyhisselam ile Muhammed aleyhisselâm arasındaki zaman, bin seneden az değildir.
 
Kendilerine göre bir kurtarıcı tanrıya inanan putperest kavimlerin ayinlerinin en mühimi, kişinin tanrı ile birleştiğine, bütünleştiğine inandıkları, sembolik et yiyip, içki içme ayinleridir. Bu kavimler, bir müddet sonra tanrılarını güneş tanrısı inancı ile birleştirdiler. Her bir kurtarıcı tanrının, kış başlangıcında doğduğuna inanıldı. Kış başlangıcı ise, Julian takvimine göre 25 Aralıktır.
 
Hıristiyanlar da, İsa aleyhisselamı kurtarıcı bir tanrı yaparak, bu tarihte doğduğunu kabul ettiler ve bu geceyi “Noel” olarak her sene kutlamaya başladılar. En küçük vak’aları bile yazan Roma tarihçilerinin, İsa aleyhisselam gibi büyük bir peygamber hakkında derin bir sükut göstermeleri ayrıca dikkate şayandır.
 
Hıristiyanların kutladığı Noel bir uydurmadan ibarettir. Hatta bazı Hıristiyan teşkilatlarının da artık Noeli bir hurafe kabul ettikleri, dünya basınında çıkan haberler arasındadır. Nitekim, ABD’de yayınlanan 17 Aralık 1996 tarihli haftalık Newsweek dergisi bu gerçeği şöyle dile getirmektedir:
“Noel Baba bir hurafeden ibarettir. Gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Ticari maksatlarla sonradan uydurulmuştur. Hediyelik eşya sektörüne milyonlarca dolar kazandıran Noel Baba, kapitalizmin oyuncağı olmuştur. Tarihçi, Stephan Nissenbaun, (Yılbaşı ile mücadele) “The battle for Christmas” kitabında Hıristiyanlığın temelinde yılbaşı kutlamalarının ve Noel Babanın bulunmadığını, bunun yasaklanmasının gerekli olduğunu bildirmektedir.”
 
Dinimize göre, Hıristiyanların Noel gecelerine ve diğer paskalyalarına hürmet etmek, o zamanlarda onların adetlerini onlar gibi yapmak asla caiz değildir. Noel ile yılbaşı farklı şeylerdir. Bir kudsiyet, manevi bir değer yüklemeden yeni bir yılı tebrik etmekte, hayırlı olmasını temenni etmekte dinen mahzur yoktur.

Posted Aralık 30, 2009 by bulutbey79 in Uncategorized

Yalan yere yemin ederek başkasının hakkını almak günah değil midir?   1 comment

Sual: Yalan yere yemin ederek başkasının hakkını almak günah değil midir?
CEVAP
Yalan yere yapılan yemine, yemin-i gamus denir. Günaha, Cehenneme sokucu yemin demektir. Peygamber efendimize, (Yemin-i gamus)un ne olduğu sorulunca, (Yalan yere yemin ederek Müslümanın malını almaktır) buyurdu. (Buhari)

Yalan yere yemin ederek birisinin malını almak, büyük günahlardandır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir Müslümanın malını, haksız olarak almak için yalan yere yemin eden, Hak teâlânın gazabına uğrar.) [Buhari]

(Birinin malını almak için yalan yere yemin eden, Allahü teâlânın huzuruna cüzzamlı bir facir olarak çıkar.)
[İbni Mace]

[Facir; fitneci, fesatçı, günahkâr kimsedir.]

(Yalan yere yemin etmek, evleri harap eder.)
[Beyheki]

(Yalan yere yemin eden, Cehenneme gidecektir.) [Hakim]

(Yalan yere yemin, malın yok olmasına sebep olur.)
[Bezzar]

(Yalan yere yemin ederek, bir Müslümanın malını alana, Cennet haram, Cehennem vacip olur.) [Hakim]

Yalan yere yemin ederek, başkasının malını alan kimse, pişman olursa aldığı malı sahibine, sahibi ölmüşse, vârislerine vermelidir! Vârisleri de yoksa, fakirlere vermelidir! Malını aldığı kimselerle helalleşmeli, onlara dua etmelidir.
http://www.mehmetalidemirbas.com/detay.asp?Aid=237 

Posted Aralık 23, 2009 by bulutbey79 in fıkıh bilgisi

Yalan söylemek   Leave a comment

Sual: Yalan söylemenin dinimizdeki yeri nedir?
CEVAP
Yalan, günahların en çirkini, ayıpların en fenası, kalbleri karartan bütün kötülüklerin başıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Yalan, rızkı azaltır.) [Ebuşşeyh, İsfehani]

(Yalan, nifak kapılarından biridir.) [İbni Adiy]

(İman sahibi, her hataya düşebilir. Fakat, hainlik yapamaz ve yalan söyleyemez.)
[İbni Ebi Şeybe, Bezzar]

(Doğru olun, doğruluk iyiliğe, iyilik ise, Cennete çeker. Yalandan sakının, yalan fücura, fücur ise Cehenneme götürür.)
[Buhari]

(Sözle çıkarılan fitne, kılıçla çıkarılan fitne gibidir. Yalan söylemek, iftira etmek ile çıkarılan fitne, kılıçla çıkarılan fitneden de kötüdür.)
[İbni Mace]

(Pazarcıların çoğu facirdir! Çok yemin ederek günaha girerler ve yalan söyleyerek alış-veriş yaparlar.)
[Hakim]

(Aldatan Cehennemdedir.)
[Taberani]

Peygamber efendimiz, yalan söyleyenin ağzının bir taraftan kulağına kadar demir çengelle yırtılacağını, diğer tarafa geçildiğinde, önceki yırtılan tarafın iyi olacağını, sonra iyi olan tarafın tekrar yırtılarak bu şekilde kıyamete kadar, kabrinde azabın devam edeceğini bildirmiştir. (Buhari)

Bir kimse, Peygamber efendimize dedi ki:
– Bırakamadığım üç günaha tutuldum. Bunlar, zina, yalan ve içki.
Peygamber efendimiz de buyurdu ki:
– Yalanı benim için terket!
Adam, peki diyerek gitti. Bir günahı işleyeceği zaman, (Eğer bu günahı yaparsam, Resulullah sorduğunda, evet dersem suçum meydana çıkar. Hayır dersem, yalan söyleyerek verdiğim sözü tutmamış olurum) diye düşündü. Diğer iki günahtan da vazgeçti. (Şir’a)

Büyükler buyuruyor ki:
Oğlum, yalandan sakın, o serçe eti gibi tatlıdır. Ondan az kimse kurtulur. (Lokman Hakim)

Allah indinde en büyük hata, yalan konuşmaktır. (Hazret-i Ali)

Yalancı ile cimri Cehenneme girer. Fakat, hangisi daha derine atılır, bilmem. (Şabi)

Doğru ile yalan, biri diğerini çıkarıncaya kadar kalbde boğuşur. (Malik bin Dinar)

İçi dışına, sözü işine uymamak, nifaktandır. Nifakın temeli ise yalandır. (Hasan-ı Basri)

Eshab-ı kiram indinde yalandan daha kötü bir şey yoktur. Çünkü, onlar, yalanla imanın bir arada bulunamayacağını bilirlerdi. (Hazret-i Âişe)
http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1309